02 Mayıs 2024 - Perşembe

Şu anda buradasınız: / DAVETÇİNİN ÖNCELİKLİ FIKHI
DAVETÇİNİN ÖNCELİKLİ FIKHI

DAVETÇİNİN ÖNCELİKLİ FIKHI SERVET NAÇAR

Allah’a Kulluğa Davet

Allah, kullarının ebedi cehennemden kurtulması ve ebedi saadete ulaşması için, çeşitli vesilelerle insanoğlunu kendisine kulluğa davet etmiştir. Kullarının bu davete uyması ve gereğini yerine getirmesi için bazen müjde ile bazen de azabıyla uyararak davetine icabet edilmesi gerektiğini bizlere bildirmiştir.

Allah (c.c) bu davetini gerek kitapları ve peygamberleri aracılığıyla bizlere ulaştırmıştır. Bu ilahi davette de bizim için dikkat edilmesi gereken birçok yön ve çok önemli noktalar vardır. Her şeyden önce iyi bilinmesi gereken en önemli konulardan birisi de, ilahi bir davet sıradan ve öylesine bir davet olmadığıdır. Çünkü kullarını yaratıp da onların nelere ihtiyacı olduğunu, neyi çok istediklerini ve nelerden korktuğunu en iyi bilen onları yaratan Allah’dır…

Davetin insanlık tarihiyle yaşıt olduğu bilinmektedir. Kıyamete kadar da devam edecektir. Allah önceleri peygamberleri aracılığıyla yaptığı bu daveti, nübüvvetin ve risaletin bitişiyle de diğer muvahhid kulları aracılığıyla bunu sürdürülmesini istemektedir.

Allah (c.c.) şöyle buyurur:

“Allah'a çağıran (Davet eden ), iyi iş yapan ve «Ben müslümanlardanım» diyenden kimin sözü daha güzeldir?” (Fussilet,41 /33 )

Bizim davette öncelikler konusunda ise neler yapmamız gerektiğini belirten şu hadise çok dikkat etmemiz gerekir.

Abdullah İbn. Abbas (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s) , Muaz b. Cebel’i yemen’e gönderdiği sırada ona hitaben:

“ Sen, Kitap Ehli olan bir kavim üzerine vali gidiyorsun. Onlara vardığın zaman kendilerini, Lâ ilâhe illallah ve enne Muhammeden Rasulullah dustûruna şehadet etmeye çağır. Eğer onlar, bunda sana itaat ederlerse, onlara Allah’ın kendilerine her gece ve gündüzde beş namaz farz kıldığını haber ver. Eğer olar, bunda da sana itaat ederlerse, bu defa da kendilerine, Allah’ın onlara bir sadaka (zekât) farz kıldığını, bunun onların zenginlerinden alıp fakirlere verileceğini haber ver. Eğer onlar bunda da sana itaat ederlerse, seni onların en kıymetli mallarını almaktan sakındırırım” diye buyurdu.1

Bu hadisten de anlaşılacağı üzere öncelikle Allah’a iman’a davet etmek gereklidir. Allah’a iman olmayınca geri kalanların hiçbir önemi yok. İmansız amelin Allah nazarında da hiçbir önemi yoktur. Önce Allah’a saf ve katıksız bir şekilde iman gündeme gelmelidir. Allah’tan başka ilah olmadığına, yaratanın yönettiğine ve kanun ve nizamın sadece âlemlerin Rabbi olan Allah’a ait olduğunu anlatmamız lazım.

“Fakat iman edip salih amel işleyenler ve Rablerine karşı edepli olanlar, güvenen ve itaat edenler var ya, işte bunlar da cennet ehlidirler. Onlar orada ebedi kalırlar.” (Hud, 11/23)

“Şüphesiz ki, iman edip, salih amel işleyenler için de bitmez tükenmez bir mükafat vardır.” (Fussilet, 41/8)

Bu gibi ayetler Kur’an’da birçok yerde geçmekte. Şirkten uzak Allah’tan başka hiçbir otoriteye boyun eğilmeyeceğine sadece O’na kayıtsız ve şartsız teslimiyetin gündeme geleceği anlatılmalıdır. Tıpkı Allah’ın gönderdiği bütün peygamberler gibi.

Kur’an’da davetin önce Allah’a iman olduğunu şu âyetler bizlere anlatır:

“Andolsun ki Nûh'u elçi olarak kavmine gönderdik de dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. Doğrusu ben, üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum." (A’raf,7/59)

“Âd (kavmin)e de kardeşleri Hûd'u (gönderdik): "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. (O'na karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?" dedi. (A’raf, 7/65)

“Semûd kavmine de kardeşleri Sâlih'i (gönderdik): "Ey kavmim dedi, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka bir ilâhınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil geldi. İşte şu, Allah'ın devesi, size bir mucizedir; bırakın onu Allah'ın yeryüzünde yesin (içsin), sakın ona bir kötülük etmeyin, yoksa sizi acı bir azap yakalar." (A’raf, 7/73)

Allah (c.c) daha birçok ayette peygamberlerinin kavimlerine ilk anlattıkları ve Allah’ın istediği şeyin Allah’a iman olduğunu görüyoruz. Hatta peygamberlerin gönderiliş amacının temelini de bu oluşturur.

“Andolsun ki biz her ümmete, "Allah'a ibadet edin ve Tağuttan kaçının." diye bir peygamber gönderdik. Allah, bu ümmetlerden bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık hak olmuştur. Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşın da bakın ki, peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu bir görün?” (Nahl, 16/36)

Âlemlere Rahmet olarak gönderilen, son Nebi ve son Rasül olan Hz. Peygamber (s.a.s)’in de aynı yolu izlediğini görmekteyiz. Bu zaten Allah kendisin den istemektedir.

“Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, ona şöyle vahiy etmiş olmayalım: "Gerçek şu ki benden başka ilâh yoktur. Onun için bana ibadet edin.” (Enbiya, 21/25)

Cahil Bırakılan Toplumda Davetin Önemi

O zaman biz davetçilerde önce Allah’a imana davet ederek Rabbimiz Allah’ı hakkıyla tanıtmaya çalışacağız. Bizler önce kulların yapmaları gerektiği şeyleri daha sonra da yapmamaları gerekenlerin anlatmalıyız. Allah kendisini, Kur’an ve Sünnet’te nasıl tanıttıysa öylece anlatmalıyız.

Çünkü bu toplum cahil bırakılmış. Ne hikmetse sanki onlarda bundan razı gibiler. Tabi bu durum davetçinin işini zorlaştırmaktadır. İslâm’ın hükümlerinin kaldırılmasının ardından, özelliklede din konusunda ciddi baskılara maruz kalan bu toplum önceden içlerinde çokça âlimlerin yetiştiği bir toplum iken bu gün isi cahillere ev sahipliği yapmaktadır. İlmin kırıntılarıyla yetişen bu toplum, maalesef boğazına kadar bid’at, hurafe, menkıbe ve hikâyelerle kendilerini avutmaktalar. Tekerleme bir din öğretilmiş onlara, şöyle demişler:

Rabbin kim diye sorarlarsa: Allah dersin!

Kitabın ne derlerse: Kur’an dersin !

Kimin ümmetisin derlerse: Muhammed ümmetiyim dersin! Vs. gibi daha birçok öğreti.

Ama dikkat ederseniz sorarlarsa söylersin! Atalar dini delilen din ile yetişenler işte bu durumdalar. Bizler işin özüne inip, bu topluma Allah’ı ve O’nun bizim için seçip beğendiği ve kemale erdirdiği dini anlatmalıyız. Biz bunu sadece dilimizle değil, yaşantımızla da anlatmalıyız.

Allah’ı, sıfatlarını ve esmaül hünsasını, bir davetçi olarak iyice anlatalım ki, Rabbimiz Allah’ın gücünü, kuvvetini, cezasını ve mükâfatını anlasınlar. Hayatlarının ona göre düzenlesinler ve Allah’ın otoritesinden başka hiçbir güce teslim olmasınlar. Allah’ın Rahmet sahibi olduğu herkesçe malum, bir de azizul zultikam (Büyük intikam) alıcı olduğunu da anlatmalıyız. Şeytan ve aveneleri sağdan yaklaşıp (sen yap Allah af eder) diye bu toplumun kulağına fısıldamışlar. İnsanların çoğu da buna inanmışlar.

Hâlbuki Allah şöyle buyuruyor:

“Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evlâdı, ne evlâdın babası nâmına bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah´ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan, Allah´ın affına güvendirerek sizi kandırmasın.” (Lokman, 31 / 33)

Davette Rasulullah (s.a.s.)’in Hayatı Ölçüdür

Muhakkak ki Allah af edicidir ve affı sever. Fakat bunu kullanarak her ne yaparsan yap moduna getirirsek ve içten pazarlık meselesi yaparsak bu çok tehlikeli. Bunun için Rabbimiz Allah, neye gazap eder, neyi sever ve razı olur bütün bunları bilmeli ve ona göre yaşamalıyız.

Bunu en iyi bilen, hiç şüphesiz alemlere rahmet olarak gönderilen, tek önder ve örneğimiz olan Peygamber (a.s)’dır. O’nun getirdiği mesajın çok iyi anlaşılması lazım ki, gerçekten kurtuluş gündeme gelsin. Peygamber (s.a.s)’i anlatmalıyız onu gereği gibi tanıtmalıyız. Siyeri Nebiyi nakış nakış işlemeliyiz. Çünkü Rabbimiz Allah (c.c) en iyi tanıyan emir ve yasaklarını bilen oydu. Bundan dolayı Rasulullah (s.a.s.)’ın hayatı bizim için bir ölçüdür. Bugün biz bu ölçüyü alıp aynen hayatımıza aktarmalı ve asrısaadeti yaşatmalıyız.

Mekke de peygamberlik görevi verilen Nebi (a.s) en yakınlarında başlayarak Allah’a davet etmişti. Mekkeli müşriklerde de Allah inancı vardı. Ama Allah’ın istediği gibi değildi. Bundan dolayı inandıkları ilahların sahte olduğunu ve doğruyu anlatılmaya muhtaç oldukları da malumdu. Rasulullah (s.a.s) bu topluma önce (La ilahe illallah ) Kelime-i Tehid-i anlattı. Allah’tan başka ilah olmadığı ve kulluğun sadece ona yapılması gerektiğini uzun bir süre anlattı.

Siyeri nebiye dikkat edilirse Mekke de akide ağırlıklı bir davet var. Allah’ inancının tam oturmadığı ve insanları Rabbi olan Allah’a tam bir bağlılık gündeme gelmediği bir yerde, diğer ibadetlerden bahsetmenin bir faydası yoktu. Bu nedenle Mekke’de iman iyice yerleşti Medine de ameli meseleler ağırlıkla gündeme geldi. Rasulullah (s.a.s) buna benzer bir çok konuda aynı usulü izlediğini görmekteyiz. Mesela: Mezarlıklar konusun da insanlar o kadar sapmışlardı ki çoklukla övünmek için mezardaki akrabalarını bile sayıyorlardı. Hatta bu konuyla ilgili bir sure bile indi.

“Çoklukla övünmek, sizi kabirlere varıncaya kadar oyaladı.!” (Tekasür, 102/2-3)

Rasulullah (s.a.s) bundan dolayı kabir ziyaretini yasakladı. İnsanlar arasında iman şuurlu bir şekilde anlaşılınca artık bunda yine belirli ölçülerde serbest bırakıldı.

“Kabirleri ziyaret etmenizi yasaklamıştım. Ama artık ziyaret edebilirsiniz.”2

 “Kabirleri ziyaret etmek isteyen ziyaret etsin. Çünkü kabir ziyareti bize âhireti hatırlatır”3

Rasulullah (s.a.s) ashabına imanı anlatıp da iyice oturunca, daha sonrada amellerin hayat bulaması için öğretilerine devam etti. Ashap gerek Rasulullah (s.a.s) hayattayken, gerekse vefatından sonrada aynı yolu takip etmiştir. Önce imanın kalplere yerleşmesi, daha sonra da salih amelili gündeme getirilmiştir. 1400 yıldır aynı metotla dünyanın birçok yerine İslâm dini ulaştı ve kemikleşti.

İman bir kalbe yerleştikten sonra o kalbin ve o bedenin amelsiz yaşaması mümkün değildir. Çünkü iman insanı harekete geçirir ve imanı gereği salih amel işler. Ama kalplerine imanı tam yerleştiremeyenler, amellerin işlenmesi konusunda da gevşek hatta amelsiz bir hayat düşüncesindedirler.

Davetçi Kolaylaştırmalı Nefret Ettirmemelidir

Davetçiler muhatapları tarafından iman esasları tam anlaşıldıktan sonra, ibadetler konusunda da aynı hassasiyeti göstermeliler. Çünkü ibadetlerde en önemli unsur, şuurlu ve bilinçli bir şekilde yapmaktır. Allah’ı tanıyan ve ibadetleri O’na has kılan kul, tam manasıyla İslâm dinini yaşıyor demektir. İbadet öğretisinde esas olan kolaylıktır. Allah kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez. Allah bize bunları emretmişse demek ki biz bunları yapabiliriz.

“Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden daha fazlasını yüklemez…” (Bakara, 2/286)

 “Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim’in dinine uyun. Allah, sizi hem daha önce, hem de bu Kur’an’da müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız. Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. O, sizin sahibinizdir. O, ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır!” (Hacc, 22/78)

“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.”4

Görüldüğü gibi Allah’ın dininde zorluk yoktur, aksine kolaylık vardır. Bizde insanlara davet ve tebliğ yaparken, amellerin kolaylaştırıcı olduğunu, zor olmadığını en önemlisi de, bunun imanın bir gereği olduğunu anlatmalıyız. Zarureti diniyeden olan meselelerinde önemi üzerin de iyice anlaşılana kadar durmalıyız. Çünkü temelde insan, yaratılış gayesine uygun yaşamalıdır. Allah’ın bizleri neden yarattığı konusun sıklıkla vurgulanmalı ve bunun için yapılması gerekli olanlarında hiç vakit kaybedilmeden uygulanması sağlanmalıdır.

Gerçek manada yaratılış gayesini bilmeyen, hakkıyla ibadet şuuruna varamaz. Tabi bunun için ilim gerekli ilim öğrenmenin farz-ı ayn olduğu da ciddi bir şekilde üzerinde durulması gereken bir durumdur.

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat,51/56)

Yaratılış gayesini bilen bir kimse, bu bilgiyle iman da birleşince gerçek kulluk ortaya çıkacaktır. Amellerin de kendi araların da ki önemine dair bilgiler vererek insanları önce Allah’ın farz kıldığı yapmaları ve bunlarda herhangi bir taviz veya gevşeklik göstermemeleri konusunda iyice bilinçlendirmelidir. Allah’ın haram kıldığı meselelerde de çok ciddi şekilde anlatılmalı ve Allah’ı gazaplandıracak söylem ve eylemlerden uzak durulması konusunda öğretiler devamlı anlatılarak sıcak tutulmalı, hatta sık sık hatırlatılmalıdır.

“Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir, Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler, Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler, Onlar ki, zekât (vazifelerini) yerine getirirler. Ve onlar ki, iffetlerini korurlar, Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerinden dolayı) kınanmış değillerdir. Şu halde, kim bunun ötesine gitmeyi isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir. Yine onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler. Ve onlar ki, namazlarını muhafaza ederler, İşte asıl onlar varislerdir. Ki, Firdevs'e varis olan bu kimseler orada ebedî kalırlar.” (Mü’minun, 23/1-11)

Kur’an’da daha birçok âyette bu ve benzeri ayetler bir Mü’min de olması gereken vasıfları saymaktadır. Davetçi bu vasıfları kendinde taşıdığı gibi davet ettiği insanlarda da bu şuuru oluşturmak için çaba harcamalıdır.

Sünnetin önemini öne çıkararak Rasulullah (s.a.s)’ın kulluğunu anlatmalı ve O’nun peygamberlikten önce bir kul olduğu ve Rabbine nasıl kulluk yapmışsa öylece yapılması gerektiğini anlatmalıdır. Rasulullah (s.a.s)’ın hayatını iyice anlatıp O’nun çekmiş olduğu sıkıntılar da anlatılarak iman edenlerin bazı sıkıntılarla karşılaşabileceği gerçeği güzel bir şekilde anlatılmalıdır. Rasulullah (s.a.s) nasıl Rabbimiz Allah Azze ve celleye nasıl ibadet ve kulluk yaptıysa öyle yapmak ve bizi neyden sakındırdıysa ondan da uzak durmakla mükellef odlumuzu anlatmamız lazım.

“… Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı şiddetlidir.” (Haşr,9/7)

Rabbimiz Allah’ı razı edecek amellere sıklıkla sarılmalı ve tövbeyi hiç unutmamalı ve dilimizin de devamlı Allah’ı zikirle ıslak kalması gerektiğini anlatmalı ve öğretmeliyiz.

Rasulullah (s.a.s)’tan sonra sahabeyi takip edip, selefimiz olan âlimlerin içtihatlarına da başvurmalıyız. Ehl-i Sünnet âlimlerimizin yaptıkları tavsiyeler ve yazdıkları kitaplar okunarak ilim ve ibadetlerimiz perçinlenmelidir. İçtihat konusunda ehil olmaya kişilerden uzak durarak bu konuda ehil olan âlimler tanıtılmalı ve ehil olamayanların bizin inanç ve ibadetlerimizde açacağı yaraların büyüklüğü anlatılarak sakındırma gündeme gelmelidir.

Sonuç Yerine

 Maalesef asrımızda İslam adına davet yapıklarını söyleyenlerin, davet ettikleri şeylerin hiç de öyle olmadığını görmekteyiz. Bu insanlar diğer insanları kendi, mezhebine, meşrebine, cemaatine, hocasına, vakfına, derneğine vs. gibi kendilerini merkeze koyarak davette bulmaktalar. Kendi düşünce, hedef, ilke ve inançlarına çağırmaktalar.

Maalesef bu toplum İslam konusun da cahil bırakıldığı için de bu davete icabet edip sapkınlıklar yaşıyorlar. Haktan uzak ve sapıklık dolu bu anlayışlar, Kur’an’ı siz anlayamazsınız, Sünneti uygulayamazsınız, İslam’ın delillerini de anlamazsınız, deyip kendilerini üstte diğer insanları da altta görerek bir davet yapmaktalar. Böylece kendilerini Allah dostu(!) yaparak diğer insanların kendi makamlarına ulaşmaması sağlayarak büyük bir rant elde etmekteler.

Diğer bazıları da daha iman nedir? İslam nedir? Bilmeden iman kalplere yerleşmeden beklide en son öğretilmesi ve ya anlatılası geren meselelere girerek çok ciddi bir erozyona sebep vermekteler. Nerde ihtilaflı meseleler varsa veya 1400 yıldır İslam ümmetinin üzerinde ihtilaf ettiği meseleler varsa onları konuşup anlatıyorlar. Tabi farklı olmak(!) kolay değil. Daha doğru dürüst imanı kendisi bile anlamamış ama öğrendiği birkaç ayet, hadis veya okuduğu birkaç kitapla kadılığa soyunmuş önüne geleni tekfir ediyor! Bu hastalık o kadar yaygın ki bu anlayışta olanlardan başka Müslüman yok! Hatta öylesine yerleşmiş ki birbirlerini de tekfir ediyorlar. Bazen hızını almayıp kendi kendilerini dahi tekfir edenleri duyuyoruz.

Bütün bunlar davette yapılan hataların ve usulsüz davranış ve öğretilerin sonucudur. Biz davetçiler olarak, Kur’an ve Sünnet’te biz anlatılan ve öğretilen usulü takip etmeli ve bizden önceki selef ulamanın içtihat, öneri, tavsiye ve uygulamaları yapmamız gerekir. Asırlardan beri uygulanan metotları bırakıp farklı yollar denemeye ihtiyaç yoktur. Bir şeyler bilinmiş ve keşf edilmişse yeni bir şeye ihtiyaç yoktur.

En doğru yol, Allah’ın ve Rasulü’ün yoludur!..

Sahih-i-Buharî, Kitabu’l-Mağazî,b.4,Hds.345 / Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman,b.7.hds,29-31

Müslim, Cenâiz 106, Edâhî 37. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 77; Tirmizî, Cenâiz 60; Nesâî, Cenâiz 100

Tirmizî, Cenâiz 60; Ebû Dâvûd, Cenâiz 77

 Buhari, İlim, 11, Megazi, 60; Müslim, Cihad, 4

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul